25 Eylül 2013

Kelimelere Yenilince Duygular..

Öpmekten koklamaktan sarılmaktan başka bir sevme yolu daha olmalı. Nasıl sevsem doyamıyorum beni gözleriyle oyuna çağıran minik bebeğimi. Oyun oynayacak kişiyi gördüğü anda nefes alış verişi hızlanır, ayaklar patır patır yere çarpmaya başlar. Sonra oyuncu bakışını atıverir. Öyle bir bakış ki, gözlerini ve ağzını kocaman açar sevgi dolu ve muzip bir şekilde bakarak insanı cezbeder. O bakışlar artık seni esir almıştır, kurtulman imkansız! Soluğu yanı başında alırsın, yanına nasıl gittiğini bile hatırlamazsan. Dünyanın en masum en saf oyuncusu kollarının arasındadır ve kahkahaları odaya yayılmaya başlamıştır. O an dünya durur.  Tüm stres gider, dertler unutulur, terapi başlar. Her bir kahkahasıyla yüreğinden bir sıkıntı daha gider, çiçekler açar yüreğinin her bir hücresi. Oyuna illaki seni de katmak ister, arada sırnaşır, yeni çıkan dişleriyle ısırmak ister, saçların çekilir, çenen somurulur, oyun hiç bitmez.. Taaaaki, acıkana ya da uykusu gelene kadar. İste o zaman huysuzlanır, hırçınlaşır, sesi çıkmaya başlar. Anlarsın ki, başka bişe lazım! Mama sandalyesine koyar, mama vermeye başlarsın, 2. kaşıkta gözlerini ovuşturur. Gözlerden önce el mutlaka ağza götürülür ki, ağızdaki mama sadece ağızda kalmayıp yüzün muhtelif bölümlerine de ulaşsın.. Ama her halikarda mis gibi kokar. Ağzı, yüzü, gözü yoğurt içindedir, ama kendisi anne gözünde mis gibidir, tertemiz, melek misali.. Karnı da doyduktan sonra cumburlop yatak..  Ağlar, illa kucak ister, mızmızlanır, öyle olmaz böyle olmaz, sonunda uykuya yenik düşer. İşte o teslim oluş anında dudakları büzüşür, tombiş yanakları aşağı salınır, öyle tatlıdır ki, nasıl sevilesi, nasıl öpülesi. Dayanamaz öpersin, ıııh deyip mızıldanır ve uyumaya devam eder. Tarifi mümkün değil, kelimeler kifayetsiz, duygular akıl almaz. Uyanmasın diye duygularını gemlersin. Öpemeyince, sevemeyince ya da bütün bunlar yetmeyince ve kelimelere yenilince duygular, gözden iki damla yaş süzülür, kalpten son bir bakış atılarak melek uykuya bırakılır.
Tatlı rüyalar meleğim.

04 Eylül 2012

İçimdeki Tutku..

4,5 aydır yaşadığım bu heyecan paha biçilemez. Heyecan vardı ama algı yoktu, bu hafta o da oldu. Artık içimde bir şeyler kıpır kıpır.. Bu kıpırtıları hissetmek ise adrenalinin ani artışı gibi.. Orada olduğunu bilmek demek, hani elinizi uzatsanız dokunabileceksiniz ama küçük bir engel gelir takılır hayallere ya, işte tam olarak öyle. Bu seferki engelim farklı, kendi derim, kendi dokum. Tüm organlarımı saran derimin, hiç böylesine olmamasını istememiştim. Ya da derimi kaldırıp altındakini görebilmeyi.
 
Yaşamını benim bedenimde sürdüren bir canlı, ne tuhaf! Biraz barsak kurdu gibi, ya da bakteri. Ama bu kez farklı, onun orada olmasını ben istedim. Karnım onun evi sanki, orada yiyor, orada uyuyor hatta orada hareket ediyor. Acıkma susama gibi ihtiyaçları, onun evine giden boru hatlarıyla anında karşılanıyor. 

Onun bilinç dışı yaptığı tüm hareketler, tüm gelişim kıpırtıları benim için çok büyük bir coşku. Her doktor kontrolünden sonra kilosunun artmış, boyunun uzamış olması son zamanlardaki tek amacım. Tüm hobilerim, tüm eğlencelerim, tüm bildiklerim onunla ilgili.. Tüm duygularımı kendine çeken bir kara delik sanki..  Henüz bir serçe kuşu boyutlarında olması değil beni kendine çeken, biz kocaman insanların bile yıldığı şu hayata, pıtır pıtır atan minik kalbiyle sıkı sıkı tutunarak, her gün daha bir azimle kaldığı yerden devam etmesi, bana unuttuğum mücadele duygusunu, azmi yeniden öğretmesi.

Küçücük elleri, ayaklarıyla bir insan, bir yavru.. Minicik bedeni öyle güçlü ki, sanki her gün daha da büyüyebilmeye, hayata daha sıkı sarılmaya programlı. Her hafta yenilik demek onun için, bir hafta minik kulakları oluşurken diğer hafta elleri oluşuyor. Haftalardan birinde su içinde nefes almayı öğrenirken bir diğerinde minnacık parmaklarını oynatmayı ve hatta onları emmeyi öğreniyor.

Hislerimi ise tarif etmeye, bildiğim diller yetmiyor. Bu duygu sevgiyse, aileme duyduğum ne? Bu bir aşksa sevgilime duyduğum ne? Bu galiba bir tutku! İçinde kırmızıdan maviye gökkuşağının her rengini barındıran, çiçeklerin açmasından soluşuna sonra tekrar açışına süren tüm mevsimleri yaşayan; bir bakış, bir dokunuş, gülümseyiş, uzuvlarım ve mimiklerimle tamamladığım tüm duygularım, nefes alışım ve aldığım nefesi verebilmemdeki mutluluk, yaşadığıma dair tüm izler ve tüm bu uyum içerisinde ve tüm bunlardan habersiz olarak hayatta kalma çırpınışlarını sürdüren yeni bir can! İşte bu benim minik tutkum.

21 Aralık 2011

Korkularımız..

Korkularımız, korktuklarımız ve hayatımıza etkileriyle ilgili birşeyler yazmak istedim. Yazdım sildim, yazdım sildim.... Gördüm ki, konu bir hayli karışık. Önce nereden başlayacağımı bilemedim, başlangıcı buldum ama sonunu getiremedim.

Bu sabah radyoda William Shakespeare'in bir söz dizisini duydum. Benim sayfalarca anlatamadığımı birkaç cümleyle özetlemiş. O kadar hoş ki, bana da paylaşmak düştü:

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.

21 Eylül 2011

Hüzün Ayı = Çalışma Ayı

Sonbaharın yaklaştığı bu günlerde havaların da biraz olsun serinlemesiyle geceleri daha rahat uyumaya, gündüz vakitlerinde dışarı çıkabilmeye hatta daha rahat nefes alabilmeye başladık. Mevsim değişimiyle birlikte günler de kısalmaya başladı. Artık sabah işe gitmek için kalktığım saatte güneşin beni karşılmıyor oluşuna üzülsem de, sonuçta bu, mevsimsel bir döngü ve mevsimler tıpkı sadık bir sevgili gibi,
her yıl aynı zamanlarda, olması gerektiği yerde bizi bekliyorlar. Ne kadar keyifli!